Serkan Ocak

Loading

Travel Blog

Türkiye’nin Alpleri’nde üç gün üç gece

Türkiye’nin Alpleri’nde üç gün üç gece

Kamp yapmayı çok seviyorum. Doğada baş başa kalmayı, güneşin batmasını beklemeyi, ateş yakmayı, gece yıldızları seyretmeyi en lüks otelde kalmaya değişmem. Ancak yıllardır istediğim bir şey vardı. Kar üzerinde bir kamp yapıp kar üzerinde uyumak, karda saatlerce yürümek ve soğuğa meydan okumak... Bu sefer planları daha fazla ertelemedim. Bir grup dağcıyla beyaza bürünmüş Aladağlar’da üç gün üç gece geçirdik. Yeni yılın ilk tırmanışını yaptık. Zirve yürüyüşü için 14 saat boyunca adım attık. Dağcılar için küçük ancak benim gibi dağcı olmayan sıradan insanlar için çok büyük adımlardı.

Serkan Ocak / serkan.ocak@hurriyet.com.tr

Aslında her şey ‘Hürriyet ile Keşfet’ etkinliğini yaptığımız Kayseri’de başladı. Programın Erciyes kısmında zirveye tırmanış yapabilmek için çok uğraştım. Ancak konuştuğum profesyoneller ‘çığ döneminde olduğumuzu ve oraya tırmanmanın bu dönemde riskli olacağını’ söyledi. Ben de alternatif aramaya başladım. Aradığım macerayı Aladağlar’da buldum.  Profesyonel doğa insanları Gökalp Saklı, Polat Dede, Savaş Gündüz’ün Aladağlar Demirkazık bölgesinde zirve tırmanışı deneyeceklerini öğrendim. İstanbul’dan benim gibi acemi dostum Burak Sarı ile birlikte ekibe katıldık. Aladağlar, Türkiye’nin en önemli dağlarından, özellikle de dağcılar için. Burasını ‘Türkiye’nin Alpleri’ olarak tanımlıyorlar. Haksız da değiller. Muhteşem manzarası, rotaları, zirveleri var.

Aladağlar, Adana, Niğde ve Kayseri’nin ortasında bulunuyor. Her üç şehirden de buraya ulaşmak mümkün. Biz önce Nevşehir uçağına bindik. Oradan da kiraladığımız arabayla 2 saatte Demirkazık Köyü’ne vardık.  Dağcılık Federasyonu’nun Dağ Evi’nde ekiple buluştuk. Birer kahvenin ardından hazırlıklara başladık. Hayatımda ilk kez böyle bir deneyim yaşayacaktın, haliyle hazırlıklarına günler öncesinden başladım.

Her eşya hayati önemde 

Bir hafta öncesinde watsapp grubu kurduk. Ekip lideri Gökalp, ekipman listesi gönderdi. Bir A4’ten kağıdından uzun bir listeydi. Kimi malzemelerim vardı. Kimilerini yeni, kimilerini ise ödünç aldım...  Son gece bir eksik olmasın diye evdeki tüm halıları kaldırıp malzemeleri ortaya döktüm. Son kontrolü yaptım. Bununla yetinmeyip fotoğraf çektim, gruba gönderdim. Düşünsenize eksi bilmem kaç dereceye gidiyoruz, bir eldiveninizi ya da berenizi unutsanız ya da kalın çorapları, termal içliği... Her bir eşya hayatı önemdeydi. Sonunda onayı aldım. Artık hazırdım...

Üç saatlik ilk macera 

Dağ Evi’nde son hazırlıkları yapıp yola koyulduk. Gideceğimiz yer ‘Sokulupınar’ diye anılan ana kamp bölgesi. Buraya kamp kurup oradan da zirveye çıkacağız. Hesaplar bu.  Aslında ana kampa kadar traktörle de belli bir ücret karşılığında çıkılabiliyormuş. Bir haftanın gazıyla istemedik. ve yürümeye karar verdik.... ‘Vermez’ olaydık...  Sırt çantamı kapatmakta bile zorlandım. Çünkü uyku tulumu, kazma, krampon, kask, yiyecekler, ekipmanlar derken doldu taştı. Havalimanında tartmıştım. 20 kilodan fazlaydı. Sarınım artık 24-25 kilo civarındaydı. Bu çantayla yürüyüşe başladım.  Bir hafta öncesinde bölgede kar yoktu. Yolculuk başlamadan bir gün önce kar yağışı başlamıştı. İlk gördüğümüzde sevindik. Çünkü Demirkazık Köyü’nde henüz 10 santim civarında kar vardı. Güzel görünüyordu. Ancak sadece o an için... Yürüyüşün bir saat sonrasında omuzdaki yük sanki daha da arttı. İki katı gibiydi. Askıların çıkardığı izleri hissedebiliyordum. Molalarda çantayı tekrar takmak istemiyordum. Ancak dönüş yoktu. Elimdeki fotoğraf makinesine “Film çekeceğim” diyerek ekibe sık sık mola verdirmeye çalışıyordum. Sanırım bu planımı anladılar, pek yemediler.

Lider Gökalp’ten çıkan tek bir söz vardı, “50 dakika yürü 10 dakika dinlen...” Sanki askeri eğitim kampındayız. Burak’la birlikte algoritmanın tersini yapmaya meyilliydik.  Sonunda Sokulupınar’a ulaştık. Yol bitti, biz de bittik. Hava kararmaya başlamıştı. Kampı kurmamız, karnımızı doyurmamız gerekiyordu. Çadırı kur, matları ser, tulumları aç, ocağı çıkar, kar suyu erit... Kampta işler bitmiyordu. Zaten soğukla da ancak böyle başa çıkılabilirdi. İlk gece mönümüz barbunyalı bulgur pilavı. Soğuktan ve açlıktan hayatımda yediğim en iyi yemek etkisi yarattı bende. Yemekten sonra çantamdan çıkardığım ateşle çalışan espresso makinem gecenin konusu oldu. Deneyimli dağcılar olaya anlam veremediler. Çünkü dağcılıkta kural ‘minumum ekipmanla’ imiş. Biraz güldük, ama espressolarla içimiz ısındı... Halbuki daha çantamda neler vardı...

Kar yağdı, zirve yattı 

Planlarımıza göre, ilk gece saat 3 civarı kalkıp zirve yürüyüşüne başlayacaktık. Çünkü zirveye ulaşmak ve geri dönmek en az 12 saat sürüyordu. Bu saatte başlamazsak geriye vakitlice dönemezdik. Erken yattık. Gece kar bastırdı. Alarmları üç kez yarım saat ertelesek de kar gece boyu hiç dinmedi. O gece tırmanışı erteledik. Ertesi gün kahvaltının ardından antrenman yürüyüşüne başladık. Bu arada kar en az 30 santim yağmıştı. Kampın etrafında neredeyse ayak bileği ile diz arasında kar vardı. Ancak zirve planlarımızı ertelemedik. Hava durumu ertesi günü son derece açık gösteriyordu, yağış yoktu... Sonraki gece hava daha soğuktu. ‘Kar yağınca hava yumuşar’ diye bir laf vardır ya... O yalan. Kesin bilgi. Hava daha da ayaz oldu. Termometremiz eksi 2 gösteriyordu. Çadırın fermuarını açamıyorduk. Rüzgardan dolayı eksi 20 hissediyorduk.

Gece 3’te alarmlar çalmaya başladı. Yarı donmuş lavaşlara biraz peynir sarıp kahvaltımızı yaptık. Ocakta kalan son gazla sıcak suyumuzu ısıtıp büyük maceraya başladık. Hedefimiz Aladağlar’ın 3700 metredeki üç zirvesinden biri olan Emler’e çıkmak... Yıldızlar tüm gökyüzünü kaplamış, ay ışığı da beyaz kar yüzeyini aydınlatıyordu. Kafa lambalarımızı açmamıza bile gerek kalmadı. Etrafımızdaki dağlar tüm güzelliğiyle parlıyordu.  Botlarımızla ezdiğimiz kar gürültüsünden başka bir ses duyulmuyordu. Bir ara bağırdım, dağlardan gelen yankıyı dinledim. Uzun süre döndü ses. Sanki güzel bir filmin içindeydim. Tekrar tekrar bağırdım. Açlık Oyunları filmindeki alaycı kuşlar vardı sanki etrafımda... Müthiş bir histi. İlk birkaç saat her şey güzeldi. Çevremiz soğuk ama muhabbetimiz sıcaktı. Ancak yükseklik arttıkça kar seviyesi de yükselmeye başladı. Zorlu geçiş noktalarına ulaştık. ‘Kapı’ denilen bölgeden, çığ tehlikesi olan yerlerden tek tek geçtik. ‘Çarşak’ yani çakıllı taşın olduğu yerlerde ise bir ileri iki geri yaptık.

Dağ orada duruyor 

Vadi içlerinde rüzgarın etkisiyle kar tek bir bölgeye toplanmıştı. Bazı yerlerde bir metrenin üzerindeydi. Normalde varmamız gereken yolun çok gerisinde kalmıştı. Saat öğlen 12’ye yaklaştığında bir karar aldık. 1.5 metre karda bata çıka zirveye ulaşamayacağımızı anladık. Önümüzdeki bir tepeye çıkıp geri dönme kararı aldık. Doğa bize geçit vermedi. Oysa ne çok hazırlık yapmıştık. Zirve çantamın içinde hoparlörüm bile vardı. ‘Erik Dalı’ çalıp oynayacak, zirvede bayrak açacaktık. Hayaller buydu... Gerçekte ise çıkmak istediğimiz Emler Zirvesi’nin gölgesi üzerimize vuruyordu. Toplam 8 kilometre yol almamız ve 3723 metredeki Emler’e çıkmamız gerekiyordu. Oysa ki 6 kilometre tırmanıp 3200 metre irtifa kazanabilmiştik. 2 kilometre yolumuz, 500 metre daha tırmanışımız vardı. Emler’e el sallayarak vedalaştık. Dağcılıkta bir söz varmış, “Dağ orada duruyor...” Tekrar geleceğimize dair söz verip vedalaştık. Dönüşümüz çıkış kadar zor olmadı. Gece 4’te başladığımız macera akşam 6 gibi bitti. Toplam 14 saatte tırmanışı tamamladık...

Neden Dağ Evi’nde değil de Ahmet Abi’de kaldık?

Son gün çadırlarımızı topladık. Çok yorgunduk. Çıkarken çok zorlandığımız üç saatlik ana kamp yolunu bu kez bir köylünün pikabıyla indik. Zaten hava da kararmıştı. Dav Evi’ne indik. Dağ Evi’nde kalmayı istemedik. Çünkü ne güler yüzlü bir personel, ne de sıcak bir ortamı vardı Dağ Evi’nin. Yan tarafta da İl Özel İdaresi’nin dağcılar için yaptığı başka bir konaklama tesisi vardı. Orada kalan iki dağcıyla birlikte köydeki Ahmet Abi’nin evinde kalmayı tercih ettik. Dağ Evi’nden ayrılırken de bomboş köyde, arabamızı Dağ Evi’ne bıraktığımız için araç başına 5 TL isteyen güvenlik görevlisini karşımızda bulduk. Üç arabanın ikişer günlük otopark ücreti olarak 30 TL’yi ödeyip oradan ayrıldık. Ahmet Abi’nin pansiyona çevirdiği eve vardığımızda başka dört dağcının daha kaldığını gördük. Gece boyu dağcılık anılarını dinledik. Odanın ortasında yanan kuzine sobasında sıcak bir muhabbet oldu.  Ahmet Abi’nin eşinin hazırladığı çorbaları içip, yemeğimizi de yedik. Güzel bir akşam geçirdik. Gönül isterdi ki Türkiye’nin en önemli dağcılık faaliyetinin yapıldığı Demirkazık’taki tesislerde daha sıcak bir ortam olsun. İnsanlar dağa çıkmasalar bile burada bir kış tatili havasında birkaç gün geçirsin...

Dağcı olmanız şart değil 

Aladağlar’a gitmek, oradaki güzellikleri keşfetmeniz için profesyonel bir dağcı olmanıza gerek yok. Zira ben ve ekipteki Burak dağcı değildik. İlla zirve tırmanışı yapmanıza da gerek yok. Kamp kurabilir, bölgedeki tesislerde ya da Ahmet Abi’nin evinde kalabilir civarda kısa yürüyüşler yapabilirsiniz. Aladağlar’a gittiğinizde Instagram’da çokça like alacağınız fotoğraflar çekeceğinizde garanti... 
Ayrıca Niğde’ye giderseniz, burada Eski Gümüş Manastırı’nı gezebilir, Niğde Kalesi’ne çıkabilir, yöresel lezzet söğürtmeyi de tadabilirsiniz...  Ayrıca Taşa işlenmiş aşk Alaaddin Camii hikayesini yerinde öğrenebilirsiniz. Güneş caminin duvarlarına yansıdığında bir kız silueti beliriyor. Vaktiniz olursa Karatlı Kasabası’nda bir vadinin iki yamacında bulunan Kuş Kayası Kaya Mezarları’nda ziyaret edebilirsiniz. Küçükköy Kilisesi, Kumluca Kilisesi, Konaklı Kilisesi ise Niğde’deki diğer tarihi değerlerden yalnızca birkaçı...

Kış kampından öğrendiklerim

- Kar suyu saf su. Eritip direkt içilmez. İçine çay ya da kahveyle iç mutlaka şeker at. Mineral bakımından zenginleştir. 

- Eğer montunuz tişörtünüz ıslanırsa soğuk havada kurutmanın iki yolu var. Ya gece uyurken tulumun içine sokacaksınız ya da tekrar içinize giyeceksiniz. Vücut ısınızla kuruyacak. Bir yöntem de çadırın dış katmanı ile iç katmanı arasına sokmak. Çadırdaki nefesinizle yükselen sıcak hava sayesinde kuruyacak. 

- Asla çişini tutarak uyumayacaksın. Vücut keseyi ısıtmaya çalışıyor, sen üşüyorsun... Ayaz bastırmadan dışarı çık, çişini yap. 

- Gaz ocağının kartuşu donarsa biraz sars, sertçe yere vur. Fazla bilime gerek yok, ‘Türk usulü’ çözebilirsiniz. 

- Çadır ne kadar küçük ve içinde de ne kadar çok insan olursa o kadar iyi. Nefesle ve diğer yöntemle! ısınıyor. Bizim çadır üç kişiydi, yanda iki. Bizim çadır hep daha sıcak oldu.

- Gece sıcaklık sıfırın altında olduğundan yiyeceklerin çoğu donuyor. Normal ekmek almayın. Biz soslu lavaş götürdük. Götürdüğüm ballar donmuştu. Gofretli çikolata donmuyor. Diğerleri dişlerinizi kırabilir. Yumurta normalde kış kamplarına götürülmezmiş. Burak’ın çantasında vardı. Kırmadan ana kampa getirmeyi başardı. Profesyonel dağcılar da hayatlarında ilk defa bir kış kampında kavurmalı yumurta yemiş oldular. 

- Barbunya filan almayın, zaten soğuk yeterince gaz yapıyor.

http://www.hurriyet.com.tr/seyahat/turkiyenin-alplerinde-uc-gun-uc-gece-40714968

Paylaş

YORUMLAR