Serkan Ocak

Loading

Travel Blog

İlber Hoca’nın sözüne uydular... “Evlenip mobilyacı gezeceklerine dünyayı geziyorlar”

İlber Hoca’nın sözüne uydular... “Evlenip mobilyacı gezeceklerine dünyayı geziyorlar”

İlber Hoca’nın sözüne uydular... “Evlenip mobilyacı gezeceklerine dünyayı geziyorlar”

Kendinizden bahsedebilir misiniz? Karavanlı hayatınızdan önce neler yapıyordunuz?

Yeşim: Ege Üniversitesi Biyokimya Bölümü’nden yüksek lisans derecesiyle mezun oldum. Kendi alanımda çalışma şansım ne yazık ki olmadı. Uzun bir süre iş aradım; öğretmenlik, satış temsilciliği ve iş güvenliği uzmanlığı gibi geçici işlerde çalıştım. Şimdi yollarda olduğumuz için sosyal medya hesaplarımızı yönetiyorum. Aynı zamanda da gezimizi yazılı hale getiriyorum. Bir nevi ‘yazı işleri ve halkla ilişkilerden sorumluyum’ diyebilirim.

Özkan: İTÜ Telekomünikasyon Mühendisliği’nden mezun oldum. Kendi mesleğimle çok alakalı olmasa da borsa yazılımlarıyla uğraşmaya başladım. Şu an hâlâ otomatik alım satım yapan robot yazılımlar ve göstergeler geliştiriyorum. Bir kuruma bağlı olarak çalışmadığım için gezimizde de çalışmaya devam ediyorum. Tabii bu iş bana gezimizde çok büyük rahatlık sağlıyor. Aynı zamanda da YouTube kanalımıza içerikler üretiyorum.

Karavan hayatınıza nasıl girdi? Hikâyesi nedir?

Yeşim: Aslında her insanın hayalinde vardır... “Şöyle bir karavanım olsa, atlasam da dünyayı gezsem...” diye. İkimizin de vardı öncelerde ama hayatımızda hiç gerçekten bir karavanın içini görmemiştik. Çadırlı kamp yaptığımız dönemde Denizli Kefe Yaylası’na kampa gitmiştik. Kamp alanına vardığımızda tadilat nedeniyle kapalı olduğunu gördük. Karanlığa kaldığımız için de yakınlarda gördüğümüz bir ışığı takip edip karavanlı bir çiftin yanına çadır kurduk. Sabah bizi kahvaltıya davet ettiler, ilk kez gerçek bir karavanı o zaman gördük. Elif Teyze ve Mehmet Amca ile tanışmak, emekliliklerinde kendi elleriyle tasarlayıp yaptıkları karavanı gezmek, onlardan karavan hayatı hikâyelerini dinlemek bizim dönüm noktamız oldu. “Bize bir karavan lazım” dedik.

Kendinizi bir gezgin olarak görüyor musunuz, gezgin olmaya ya da böyle bir tura çıkmaya nasıl karar verdiniz?

Özkan: Biz kendimizi sıradan insanlar olarak görüyoruz. Hayatımızı birleştirmeye karar verdiğimizde ikimizin de hayalinde özgür ve sade bir yaşam vardı. İkimiz de yeni yerler görmenin, yeni deneyimler kazanmanın, kredi ile borçlanarak ev ve araba sahibi olmaktan, 8-5 çalışmaktan daha değerli olduğuna inanıyorduk. Hani İlber Hoca’nın bir lafı var ya “Evlenip mobilyacı gezeceğinize dünyayı gezin” diye... Biz de onu düşünerek bu tura çıkmaya karar verdik.

Türkiye’de önce nereleri gezdiniz? Bu karavan seyahatine nasıl karar verdiniz?

Özkan: İlk önce yaşadığımız yer olan Antalya çevresini gezdik. Başlarda günübirlik geziler yapıyorduk. İstanbul, Büyükada, Kocaelini gezdik. Sonraları çadırlı kamp yapmaya başladık. Adrasan, Kaş, Olimpos, Marmaris, Dalyan, Yedigöller, Salda, Bartın, Fethiye, Isparta ve çevresinde kısa kamplar yaptık. Daha sonra ilk uzun kamplı gezimize Antalya’dan başlayıp Kapadokya ve Doğu Karadeniz’i gezdik. İkinci uzun kamplı gezimiz ise İzmir çevresinde oldu. Bir süre sonra sadece tatillerde, hafta sonu gezmek bize yetmemeye başladı. “Daha uzun, daha güvenli ve daha az maliyetle nasıl gezilebilir?” diye düşündüğümüzde de karşımıza hep karavan çıkıyordu. Bu gezileri yaşam tarzımız haline getirmek istiyorduk.

Yeşim: İstediğimiz hayat, az eşya ile yaşayarak paramızı yeni deneyimlere ve güzel anılara harcamaktı. Evlendikten sonra birikimlerimizle ev, araba almak yerine hayallerimizi gerçekleştirelim, “Dünya turuna çıkalım” dedik. Bu nedenle düğünümüzü planlarken bir yandan da dünya turu hazırlıkları yapmaya başladık. Özkan zaten internet üzerinden çalışıyordu. Ben de istifa edecekken işimden oldum. Olabildiğince para biriktirdik. Düğünümüze gereksiz paralar harcamadık. Özkan’ın arabası vardı, onu sattık. Yaklaşık bir yıl harcadık planlara. Çok yorucu ama heyecanlı bir süreçti. Düğünümüzden bir hafta sonra uçakla Los Angelesa geldik ve buradan 91 model eski bir karavan aldık. Her şey böyle başladı...

Karavanınıza ‘Düldül’ ismini koydunuz. İsme nasıl karar verdiniz? Karavanı ne kadara satın aldınız?

Yeşim: Karavanı ilk aldığımızda isim koymak istedik. Sonuçta hem evimiz hem arabamız, bizimle gezecek, her türlü kahrımızı çekecek, her anımıza ortak olacaktı. Takipçilerimize soralım dedik ve ufak çaplı bir anket düzenledik. Çok ilginçtir, çoğu kişi de anlaşmış gibi ‘Düldül’ dedi. Bizim de çok hoşumuza gitti.

Böylece adını Düldül koyduk. Düldül’ü 7 bin dolara satın aldık. Şimdilik sağ olsun her türlü kahrımızı çekiyor. Eğer karavanla gezemeyeceğimiz, karavanı götüremeyeceğimiz bir yere gitmeye karar verirsek satmayı düşünüyoruz. Çok da alıştık, nasıl ayrılırız bilemiyoruz ama şimdilik düşüncemiz bu yönde.

Tur programınız nasıl, nereden başladınız? Bundan sonra nereye devam edeceksiniz?

Özkan: İlk altı aylık süreçte ABD’nin batı tarafını kuzeyden güneye epey bir dolaştık. Şimdi Meksika’ya geçtik. İki haftadır Meksika’dayız. Çünkü turist vizesi ile ABD’de maksimum 180 gün kalınabiliyor 1 yıl içerisinde. İlk planımız tüm Amerika kıtasını gezmek ama bu ne kadar sürer ve nasıl olur bilemiyoruz. Şu an Meksika için de kesin bir plan yapmadık. Araştırmalara devam ediyoruz. Belki Meksika’dayken uçakla Küba’ya gideriz...

Bunu herkes yapabilir mi? ‘Hayallerini gerçekleştirmek isteyenlere’ ne gibi tavsiyeleriniz var?

Yeşim: Herkesin bir ‘karavanla dünya turu’ hevesi var. Sürekli “Hayallerimizi yaşıyorsunuz” diye mesajlar geliyor. “Kolay mı” derseniz, “Hayır, hiç de kolay değil ama imkânsız da değil!” Bence insanın önündeki en büyük engel kendisi. Her insanın yaşamak istediği hayat tarzı farklı, bu hayat tarzı herkesin yapabileceği türden değil bence...

Bu turu neden Türkiye’de değil de Amerika’da yapmaya karar verdiniz?

Yeşim: Karavanla gezmek aslında az maliyetli olsa da Türkiye’de karavan almak veya yaptırmak çok maliyetli. Bu sadece karavan için geçerli değil, ülkemizde genel olarak araç satın almak çok pahalı. Hele karavan almak, yaptırmak büyük bir lüks maalesef. Yurtdışında, özellikle de Avrupa, Amerika, Kanada ve Avustralya gibi ülkelerde karavancılık çok yaygın. Biz de hem karavanların ucuz olduğu hem de karavan kültürünün yaygın olduğu bir yer olduğu için Amerika’yı tercih ettik. Amerika’da devletin belirlediği, 14 gün kalınabilen pek çok ücretsiz kamp yeri, pek çok ücretsiz atık ve su istasyonu var. Kısacası Amerikalılar karavancılar için her türlü imkânı düşünmüş.

Karavanla gezmek sanıldığı gibi kolay mı? Zorlukları nelerdir?

Özkan: Seçilen karavan türüne göre değişebilir. Bizim gibi eski ve büyük bir karavanla gezmek sanıldığı kadar kolay değil. Bize göre en zor kısmı park etmek, dar ve kalabalık yerlere büyük araçla girmek çok zor oluyor. Şehir trafiklerine girdiğimizde ödümüz kopuyor. O nedenle şehirlere girmiyoruz, mecbur kalmadıkça. Onun dışında karavanımızın eski olması, arıza yapma olasılığını da artırıyor. Bazen ‘Düldül’ümüzden değişik sesler geldiğinde çok korkuyoruz yolda kalacağız diye. Onun dışında atık istasyonu ve su depomuzu dolduracak temiz su bulmak bazen zorlayabiliyor. ABD’de pek sorun yaşamadık, karavan kültürü yaygın olduğu için pek çok ücretsiz atık boşaltma ve su alma istasyonu vardı. Fakat Meksika’da bu konuda biraz zorlanacağız gibi görünüyor.

Size en çok ne soruyorlar, siz ne cevap  veriyorsunuz?

Özkan: En çok sorulan soru “Bu hayat için kaç para gerekiyor?” sanırım. Bu soru biraz anlamsız geliyor, çünkü biz aynı zamanda gezerken de para kazanmaya çalışıyoruz. Birikimlerimizi olabildiğince harcamamaya çalışıyoruz. Ne kadar para kazandıysak o kadar harcıyoruz. Planlarımızı yaparken de şu şekilde düşünmüştük: Para kazandıkça yola devam edeceğiz, az kazandıysak durup daha fazla çalışacağız. Bu plana sadık kalmaya çalışıyoruz.

Bu karavan yolculuğundan sonraki planınız nedir?

Yeşim: Karavan hayatının ve gezinin bize kazandırdığı en büyük alışkanlık uzun vadeli planlar yapmamak. Anı yaşamaya çalışıyoruz, ne de olsa hayat çok kısa. Sağlığımız elverdikçe, gücümüz yettikçe yola devam etmeyi düşünüyoruz. Turumuza bir süre biçmedik. Sağlığımız yerinde olduğu müddetçe, maddi durumumuz elverdiği kadar, hevesimizin devam ettiği yere kadar gitmeye niyetliyiz.

-Türkiye’den giderken yanınıza neler aldınız?

Yeşim: Türkiye’den ayrılmadan önce minimalizm felsefesini benimsemiştik çoktan, o nedenle pek çok kıyafetimizi ve kullanmadığımız eşyalarımızı ayırıp az eşya ile yaşama denemelerine başlamıştık. Her mevsimi yaşayacağımızı düşünerek seçtik kıyafetlerimizi. Özellikle çabuk kuruyacak kıyafetler ve havlu tercih ettik. Onun dışında olmazsa olmaz bilgisayarlarımız, fotoğraf makinemiz, sırt çantalarımız, ayakkabılarımız, ilaçlarımız ile bir büyük, bir orta ve bir küçük valize tüm eşyalarımızı sığdırdık.

En keyifli kısmı nedir? Karavanla başınıza gelen en güzel şey neydi?

Yeşim: En keyifli kısmı istediğimiz zaman penceremizin manzarasını değiştirebilmek bence. Tuvaleti, banyosu, mutfağı ve tekerlekleri olan küçük bir evimiz var. Gün batımlarını izlemeyi çok seviyoruz, bizim için ritüel gibi adeta. Yağmur yağarken karavanda yağmur sesini dinlemeyi çok seviyoruz. Doğayı yaşayabiliyoruz aynı zamanda. Yellowstone yakınlarındaki kamp yerimizde bir sabah inekler tarafından uyandırılmıştık. Etrafımızdaki kocaman çayırlık alanda onlarca inek vardı, camdan bakınca yüz yüze gelmiştik biriyle. Ufak bir buzağı da aynamızı yalamıştı. Çok gülmüştük ama bir yandan da inekler tarafından doğanın içinde uyandırılmanın büyük bir lüks olduğunu düşündük. O günü asla unutmayacağım.

En kötü şey neydi?

Özkan: Las Vegas’tan sonraki durağımız meşhur ‘Ölüm Vadisi’ydi. Ölüm Vadisi çıkışında bir dağa tırmanıyorduk. Tam da öğlen vaktiydi, bir an önce oradan çıkmak istiyorduk. Tam zirveye geldik, karavandan dumanlar çıkmaya başladı. Hemen sağa çektim, panik içinde kendimizi dışarı attık. İlk başta karavan yanıyor sandık. Aracın altından şakır şakır yağ akıyordu. Ne telefon çekiyor, ne bir şey. Öğle vakti ıssız yerde kalakaldık. Otostop çektik, sağ olsun birileri bizi benzin istasyonuna kadar götürdü. Karavana bu durumlar için yol yardım asistanlığı satın almıştık. Telefon çekmediği için uydu telefonunu kullanarak onları aradık. Bizi getiren adamlar sağ olsun, telefonda bizim yerimize konuştular. Tam 55 dakika sürdü konuşma, çünkü karavanımızı normal araç olarak kaydetmişler. Adamlar giderken çok duygulandık, ilk defa oturup ağladık. Neyse kısa keseyim, bütün her şey üst üste geldi. Uydu telefonuna, çekiciye dünyanın parasını verdik. Çok üzücüydü. Tüm haftasonunu bir tamirhanenin otoparkında geçirdik. Fakat araçta “Bir şey yok” dediler. Gülelim mi ağlayalım mı bilemedik. Sonuç olarak yola devam edebildiğimize şükrettik.

Bu turu neden Türkiye’de değil de Amerika’da yapmaya karar verdiniz?

Yeşim: Karavanla gezmek aslında az maliyetli olsa da Türkiye’de karavan almak veya yaptırmak çok maliyetli. Aslında sadece karavan için geçerli değil, ülkemizde genel olarak araç satın almak çok pahalı. Hele karavan almak, yaptırmak büyük bir lüks maalesef. Yurtdışında, özellikle de Avrupa, Amerika, Kanada ve Avustralya gibi ülkelerde karavancılık çok yaygın. Biz de hem karavanların ucuz olduğu hem de karavan kültürünün yaygın olduğu bir yer olduğu için Amerika’yı tercih ettik. Amerika’da devletin belirlediği 14 gün kalınabilen pek çok ücretsiz kamp yeri, pek çok ücretsiz atık ve su istasyonu var. Kısacası Amerikalılar karavancılar için her türlü imkanı düşünmüş.

Bütçenizi nasıl oluşturdunuz? Ortalama günde ne kadar para harcıyorsunuz?

Özkan: Sadece karavan için belirli bir bütçe ayırmıştık. Araba satıldı, düğünden bir miktar geldi, önceki birikimlerimiz vardı. Hepsini birleştirdik. Kendi ayaklarımız üzerinde durup, düzenimizi oluşturana kadar birikimlerimizi kullandık. Özkan’ın işlerinden, Youtube kanalımızdan gelenler hâlâ tam giderlerimizi karşılamaya yetmiyor. Tabii doların yükselmesi TL’nin düşmesi de bizi kötü etkiledi. Onun için harcamalarımızı minimumda tutmaya çalışıyoruz. Günlük ortalama “Şu kadar harcıyoruz” demek doğru olmaz. Çünkü herkesin harcadığı, yediği içtiği, yaşam standardı aynı değil. Ayrıca sürekli farklı para birimi kullanıyoruz. Hangi birimde verelim harcamalarımızı? Para birimleri sürekli değişiyor, takip de edemiyoruz artık.

Karavanla çölleri, uzun yolları geçerken yeni yerler, kişiler tanıdıkça neler hissediyorsunuz?

Özkan: “Vay be, dünyada böyle yerler, böyle insanlar da varmış demek ki” diyoruz. Her gördüğümüz, her öğrendiğimiz şey bizi şaşırtıyor. Doğanın mükemmelliği karşısında hayrete düşüyoruz çoğu zaman. İnsanın ufku açılıyor, çok yönlü düşünmeyi öğreniyor insan. Sorun çözme becerimiz gelişiyor. Yaşadığımız her kötü olayda yıkılmamayı, güçlü olmayı öğreniyoruz. Dersler çıkarıyoruz yaşadıklarımızdan. Karşımıza çıkan her insandan bir şeyler öğreniyoruz. Din, dil, ırk ayrımı olmaksızın hepimizin insan olduğunu, aynı olduğumuzu daha iyi kavrıyoruz. En önemlisi de küçük şeylerden mutlu olmayı öğreniyoruz.

Seyahat etmek sizin için ne anlama geliyor?

Yeşim: Bizim seyahat anlayışımız daha çok doğa ile iç içe olmak. İkimiz de sakinliği seviyoruz. Şehirler çok ilgimizi çekmiyor açıkçası. Kalabalık ve kaos ortamlardan olabildiğince uzak duruyoruz. Bu nedenle en çok tercih ettiğimiz yerler ulusal parklar. Bunun yanında elbette gittiğimiz ülkelerin kültürü de ilgimizi çekiyor. Özellikle de yemekleri, dilleri, müzikleri, hayat tarzları. Seyahat etmek yeni yerler ve yeni kültürler keşfetmek bizce.

Size en çok ne soruyorlar, siz ne cevap  veriyorsunuz.

Özkan: En çok sorulan soru “ Bu hayat için kaç para gerekiyor?” sanırım. Bu soru biraz anlamsız geliyor, çünkü biz aynı zamanda gezerken de para kazanmaya çalışıyoruz. Birikimlerimizi olabildiğince harcamamaya çalışıyoruz. Ne kadar para kazandıysak o kadar harcıyoruz. Planlarımızı yaparken de şu şekilde düşünmüştük, para kazandıkça yola devam edeceğiz, az kazandıysak durup daha fazla çalışacağız. Bu plana sadık kalmaya çalışıyoruz.

Profesyonel bir belgeselci gibi çekimler yapıp kurgu yapıyorsunuz. Bir alt yapınız var mıydı? Bunu tamamen hobi olarak mı yapıyorsunuz? Para kazanıyor musunuz? Sponsorunuz var mı?

Yeşim: İkimizin de alt yapısı yoktu bu konularda. Önceleri sadece hobi amaçlı yapıyorduk. Fotoğrafa meraklıydık ikimiz de. Arkadaşımız Çağrı da çok yardımcı oldu fotoğraf konusunda. Daha sonra kısa videolar çekmeye başladık. Youtube ve internet üzerinden pek çok online dersler izledik. Video nasıl montajlanır, programlar nasıl kullanılır onları öğrendik. Her şeyi yolda öğreniyoruz. Onun dışında çok profesyonel ekipmanlar kullanmıyoruz, genellikle telefonla çekiyoruz videolarımızı. Yaşadıklarımızı olduğu gibi aktarmaya çalışıyoruz. İkimiz oturup karar veriyoruz nasıl yapacağımıza, hangi müzikleri kullanacağımıza. Sonra da oturup izliyoruz, tamam dediğimiz zaman da Youtube kanalımıza yüklüyoruz. Artık hobi kısmını aştık, işimiz haline geldi. Şimdilik Youtube kanalımızdan ufak bir gelirimiz var. Bir de Amerika’da yaşayan Türk takipçimiz Bülent Bey sağ olsun, bize sınırsız interneti olan bir hat temin etti. Onun sayesinde işlerimizi aksatmadan yapabiliyoruz. Onun dışında herhangi bir sponsorumuz yok.

Sosyal medya hesaplarınız nelerdir?

Özkan: ‘Gezigezive’ adıyla Youtube kanalımız, Instagram ve Facebook sayfalarımız var. Maddi destek olmak isteyenler için yine Gezigezive adıyla bir Patreon hesabımız var. Bunun dışında Yeşim ile Özkan adında da Youtube ve Instagram hesabımız var.

Gezigezive anlamı nedir, nereden geldi, sadece bir şive mi?

Yeşim: Gezigezive ismini ben buldum. Instagram hesabı açacağımız zaman adını ne koyalım diye uzun uzun düşündüm. Uzun süredir Antalya’da yaşıyoruz. Annem Burdur’lu babam Isparta’lı. İçinde “gezi” geçsin, kendi özümüzden, şivemizden ve farklı olsun istedim. Özkan da çok beğendi bu ismi, çok sıcak buldu. Belki söylemesi zor ama bizim oralarda öyle derler: Gezigezive!

http://www.hurriyet.com.tr/seyahat/ilber-hocanin-sozune-uydular-evlenip-mobilyaci-gezeceklerine-dunyayi-geziyorlar-40962890

Paylaş

YORUMLAR