Serkan Ocak

Loading

Travel Blog

Dalgalara karşı Burgaz’dan Heybeli’ye...

Dalgalara karşı Burgaz’dan Heybeli’ye...

Burgazada’ya gitme nedenimiz aslında Arena Aquamasters Yüzme Şampiyonası. Bir adadan diğerine yüzecektim ilk kez. Ancak uzun zamandır Adalar’a gitmiyordum. Aşırı kalabalık yüzünden söylenen “Yazın adalara gidilmez” lafına aldandım. Kısmen doğru ancak şehre bu kadar yakın olup şehirden bu kadar uzaklaşılan başka da bir yer yok. Yarışa eski yüzme arkadaşlarımla birlikte ailecek gitmeye karar verdik. Üç aile toplam 10 kişilik bir ekip olduk. 

Burgazada’da önceden araştırma yaptım. Kamp için en uygun yer Madam Marta Koyu idi. Yanımızda çocuklar da olacağı için işi şansa bırakmadım. Günler öncesinden keşif yaptım. 10 yaşında oğlu Çağan’la kampa katılacak Burak Sarı’yla koya gittik. Bir tarafında şehrin gökdelenleri, diğer yanında Yassıada ve Sivriada manzarası -Yassıada’nın artık çok da iyi bir manzarası olduğu söylenemez-, önümüzde deniz, arkada çam ormanları... Muhteşem bir manzara.
 

Koyda sadece birkaç çadır vardı. “Tamam, olur bu iş” dedik. Ama bir dakika! Adalarda kamp yapmak yasak. Bir yıl önce çevik kuvvet ekipleri helikopterli bir baskın yapmış, tüm kampçıları sorguya çekmişlerdi. Yaygın bir uygulama olmasa da her an polis baskını ihtimali vardı Madam Marta’ya... Kampla ilgili en büyük risk ise yakılan ateş. En ufak bir ihmal tüm adayı yok edebilirdi. Belki haklı bir yasak ancak bu doğal güzelliği yaşamanın en güzel yollarından biri olan kamp yapmayı tümden yasaklamak da ne derece doğru bu da ayrı bir sorun. Riski göze aldık. Geçen hafta sonu üç çocuk, dokuz yetişkin Madam Marta Koyu’nun yolunu tuttuk.

Her şey çok güzeldi, ta ki...

Hafta içi koyda sadece birkaç çadır vardı. Hafta sonu ise en az 20. Çadırlarımızı kurduk. Deniz, Ege ile Karadeniz arası, ne turkuvaz ne karaydı. Kirlilik ise rahatsız edici değildi. Biraz yosunlu ancak berrak bir su... Yengeçler, denizyıldızları, karagöz, kefal, hani balıkları arasında yüzdük. Ateş yakmadık. Yakanı da görmedik. Sanırım herkes tehlikenin farkındaydı. Ertesi sabah yarış olmasına rağmen gece ilerleyen saatlere kadar oturup sohbet ettik. Yıldızların altında şarkı söyledik. 15 milyonluk kentin sadece birkaç kilometrelik yakınında olmamıza rağmen çok uzaklarda gibiydik. Her şey çok güzeldi. Sabah yan çadırdaki birinin, hoparlöründen tüm koya dinlettiği yüksek sesli müzik ve “Koğuş kalk kalk kalk...” diye bağırıncaya kadar. Ardından denize girip “Lan su HD gibi, 4K görüntü var...” diye hönkürdükten sonra aslında şehirden çok da fazla uzakta olmadığımızı hatırladık.
 

Poyraz vurdukça vurdu yüzümüze 

Erken kalkmıştık zaten. 50 yıldır Adada bulunan ‘Abidin Abi’nin yerinde tost yedik, çay içtik. Heybeliada’ya yüzeceğimiz, Adalar Su Sporları Kulübü’nde bekleyen 600 yüzücünün yanına yürüdük. Her şey hazırdı. Normal olmayan tek şeyse ‘poyraz’dı. Saatte 35 km hızla esen kuzeyli poyraz denizi köpük köpük yapmış, dalgaları coşturmuştu. Korna sesleri ve alkışlar eşliğinde suya atladık. İlk anlar yaşanan sudaki yoğunluğu, birbiri üzerine atlamaları saymazsak yarış güzel başladı. Tam iki ada arasını geçerken dalgalar iyice arttı. Girdiğim kaçıncı yarıştı hatırlamıyorum ancak yuttuğum su miktarıyla bu yarışı unutacağımı hiç sanmıyorum.

İstavrit sürüsüne daldım 

İki ada arası yaklaşık 3 kilometrelik mesafeyi yüzdük. Bir saatte de yarışı tamamladık. Denizde yüzey kirliliği neredeyse hiç yoktu ama denizanaları çoktu. Onlar da yakan cinsten değil, biraz fazlalığından dolayı korkutan cinstenydi. Bir ara 7-8 metre suyun altını görebildim. “Burası İstanbul değil, Göcek” diye içimden geçirdim. Ancak kimi yerlerde iki metre bile görüş yoktu. Zaman zaman istavrit sürüleri gördüm. İçine daldım. İlk kez bu kadar büyük bir istavrit sürüsü görüyordum. Onbinlercesi bir aradaydı. Yarıştan sonra bir çapari sallayasım geldi Heybeli’nin kayalıklarından.

Yüzerken Heybeli’deki, Türkiye’nin ilk verem hastanesi olan ve dokuz yıldır atıl halde bekletilen sanatoryuma gözlerim takıldı. Daha birkaç gün önce buranın da Diyanet’e devredildiğini duymuştum. İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi’nin bir laboratuvarı olan Eminönü’ndeki Alfred Heilbronn Botanik Bahçesi’nin Diyanet’e devrine anlam veremediğim gibi buna da pek bir anlam veremedim. Bakalım göreceğiz neler yapılacağını... Bir yandan poyrazın yarattığı büyük dalgalarla boğuşurken bir yandan da bunları geçiriyordum aklımdan. Yaklaşık bir saatte yarışı tamamladık. Heybeliada Su Sporları Kulübü’nden çıktık. Havası, ortamı kentten uzaktı; ancak psikolojik baskısı hiçbir zaman uzaklaşmıyordu İstanbul’un...

http://www.hurriyet.com.tr/seyahat/yazarlar/mesude-ersan/ebola-bitmiyor-40991685

Paylaş

YORUMLAR